Nasıl nefes alınır hatırlıyor musun?
Kar tane tane yağarken, bütün o beyazların içindeki gölgeler büyüyor. Oysa görmemem lazım, hareler boğazımı sıkmamalı, zaman bir lambanın altında durmamalı.
Dalga dalga büyürken bir korku; geceler, perdelerin ardı. Seçilemeyen uzaklar bile korkutuyor.
Beni böyle kabul edeceğini sanmıyorum. Kendim bile şehrin duvarları.
Bütün zırhları ben giyinmişim. İçimdeki titrek cehennem ateşi kavuruyor bedenimi. Rüyalarım huzur bulduğum tek yer. Düşünmek bile incitiyor bedenimi.
Ben kendim olamayacağım bütün kızlarım. Bütün kızlar bir benin erimiş hali. Ezik, buruşuk ve en önemlisi istenmeyen. Daha önemlisi ayırt edilemeyen. Ve daha da ötesi bilinmeyen.
Şüphe duymakta haklısın.
Ölmekte olanım. Bir güvercini asla elime alamam. Enerjisini hissetmekten çekinirim. Elimde atarken kalbi, kendiminkinden endişe ederim.
Öyle sanıyorum ki gözlerimiz hiç buluşmadı. Öyle düşünüyorum ki sesimiz bile hiç kaynaşmadı, aynı yerde karşılaşma fırsatımız olmadı. Vardın. Varlık.
Oysa soluk benizli, nefessiz bir kızım.
Nasıl nefes alınır hatırlıyor musun?
Seni gördüm.
Peki sen beni görebiliyor musun?
Şehir.
Şehrin duvarları.
(...)
Şehrin duvarları yağlı bir kazık gibi çakılmakta derimize. Derimiz kalın.
Sokak arası üşüyen köpekler gibi uluyor. Onlarla birlikte sarsılıyorum. Lambalar sallanıyor tepemde, uzakta bir sokak ötesinde izliyorum kendimi bir tepede. Bir beşik sarsıyor gecemi, gecenin fırtınasından korkuyorum.
Boğazım kuru. Perdeleri açmak ama gölgelerden de kaçmak istiyorum. Bir şey mi saklıyorum?
Korkuyla bir alıp veremediğim var. Zira bedenimi güçten düşüren de odur. Kanımdaki zehrinin akışını hissedebiliyorum. Yalnız ne zaman ısırılıyorum hiç hatırlamıyorum.
Şimdi sokaklar da beton beton üstüne. Hepimizi gömdüler mi şehirlere? Duvarlarda adım yazılı mı? Nerede aranmalı ölü bir beden? Cesedimi arayacak kadar cesurum oysaki.
Bir karga beliriyor penceremde. Almış tüm mavilikleri arkasına. İhtişamlı. Bana hiç elini uzatmadı. Ama bunu kasten yaptığının farkındayım. Çünkü ikimize söylenmiş olan bir kehanet var.
Söylemeliyim mi sizlere, pek emin değilim.
Söyleyeceğim.
“Eğer eliniz kesilmişse yarası şimdidedir. Eğer kolunuzu keseceklerse zaten hiçbir zaman bir kolunuz olmamıştır.“
Bir cadının sözleriydi bu.
(...)
Her iki duvar bir mezar arası dedik. Orada yere yığılırken (bunun ben olduğumdan pek emin değilim), yapraklar yağıyor. Tüm bu soyunuş iki dal arasına sıkışmış olan oyunu çıkarıyor.
İnsan nasıl sevilmediğini anlar?
Tabii ki hiç kimse onu kaybetmekten korkmuyorsa.
Şimdi binalar iç içe geçmişken binalardan yansıyan ışıklar gözümün görebileceği en parlak yıldızlar. Anılar sokaklarda sürükleniyor. Yokuştan indiriyor kara kediler.
Gökyüzü hep benimle konuşurdu. Şimdi zehir tüm sistemimi kaplamışken ona bile kapatıyorum penceremi. Ama perdelerim hep açık ki. İzleniyorum. Giyinirken görüyor bedenimi.
Tek isteğim. Başımın bir nehir olması. Saçlarım sallanırken soğuk suda, irkilse bile tüylerim, huzur kayboluşta.
(...)
Şehrin duvarları, insanların aptallığını ne kadar gizleyebilir? Çıkmak istesek kafesimizi aralamayacaklar ama kafeslenmek kadar güven veren bir şey yok.
İşte görüyorsun, senin kadar ben de haklıyım. Çünkü;
Şüphe, kibrin ve cesaretin hiç doğmamış çocuğuysa
Şehrin duvarları da asla yazılamayacak olan bir romanın anıtıdır. (lar.)
Elif Sükyen
Comments